top of page
Yazarın fotoğrafıAzime Özkurt

Bakırköy Hastanesinin Kurucusu: MAZHAR OSMAN UZMAN

Güncelleme tarihi: 5 Ağu 2022



5 Mayıs 1884’te günümüzde Yunanistan sınırları içinde bulunan Dedeağaç’ın Sofulu köyünde doğdu. Babası Osman Zühtü Efendi, annesi Çerkez Atiye Hanımdı. Osman’ın kaderi farklıydı, Kuşpalazından ölen 3 kardeşi gibi talihsiz olmayacaktı. Asıl adı Yusuf Mahzar Osman olmasına rağmen sadece annesinin Yusuf demesine müsaade ederdi. Zaman akıyordu, Osman için erken yaşta veda vakti başlamıştı, banka memuru olan babasının Kırklareli’ne tayini çıkması sonucu ilk ve ortaokulu burada okudu ve burada en başarılı öğrenci seçilmeyi başardı. Tam buraya alıştı derken babası bankanın Üsküdar şubesine tayin oldu ve Mazhar böylelikle Üsküdar Mülki İdadisine başladı. Burada okurken annesini kaybetti, annesinin ölümünün etkisiyle burayı pek sevmesede okulu birincilikle bitirmişti ardından Mülkiye’ye gitmek istedi ama maddi sorunlar yüzünden gidemedi. Babasının: “Hekim ol hiç yoktan aç kalmazsın.” demesiyle Tıbbiye-i Askeriye’ye girmeye karar verdi. O dönemde Tıbbiye’de büyük önem taşıyan Fransızca ve Topoğrafya dersleri, geldiği liselerde pek az ya da hiç okutulmazdı. Fransızca dersi için çaresiz hissetsede Topoğrafya dersi için etrafından edindiği kitaplarla, uzun süre evden çıkmayarak tüm kitapları yalayıp yutmuştu, başarılı olmaktan başka şansı yoktu bunu çok iyi farkındaydı. Tıbbiye’ye girecek 340 talebe arasından, hariçten girecek 2 kişiden birisi olmayı zor şartlarda olsada başarmıştı. Babasının bankadaki işini kaybetmesiyle ailenin mali dengesi binaenaleyh bozuldu ve bu sırada Osman’ın okumaya devam etmesi için para kazanmaya ihtiyacı vardı. Çocukluğundan itibaren harçlığını çıkarmak için çalışan Osman bu seferde Lübnanlı hocasının tavsiyesi üzerine evlerde ya da hastanelerde ölü başında bekleyerek para kazandı.


Sonunda 1904’te Tabip Yüzbaşı rütbesiyle sınıf 4.sü olarak diplomasını aldı. Tıbbiyedeyken doğum doktoru olmak isteyen Osman, yanında çalışmak için Besim Ömer Paşa’ya başvurdu fakat 2 asistan seçtiğini daha fazla asistana gerek olmadığını söyleyince dahiliye kliniğine başvurdu. Dahiliye Kliniğine kabul edilsede hastalarla fiziksel temastan hoşlanmadığını fark etti ve hocasının tavsiyesi üzerine Akliye ve Asabiye Şubesine girdi. Gülhane’de 1 yıl staj yaptıktan sonra asistan olarak işe başladı. Ailesi ve arkadaşları kararını son derece sağlıksız buldu, hatta bir arkadaşı ona şöyle söyledi: “Bunca okumadan sonra Mecnunlarla mı uğraşacaksın, yapma Allah aşkına Mazhar bu tam manasıyla zekanın intiharı demektir.” dedi.

1906’da Askeri Tıbbiye’de Akıl Hastalıkları dersi muallim yardımıcısı oldu. Mazhar Osman aynı zamanda edebiyata da çok ilgiliydi şair ve ediplerden; Abdülhak Hamit, Tevfik Fikret, Ali Ekrem, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin, Hüseyin Siret, Yahya Kemal ve Halide Edip en sevdiği şairler arasındaydı. Ve artık Mazhar’ın da bir eseri vardı; Tababeti Ruhiye. Eserini yayımladı ve aldığı avansla Almanya’ya gitti. Ve yine 1908’de Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesiyle Berlin Üniversitesine gitti. Alman İmparatorluk Psikiyatristi Emil Kraepelin ile tanıştı ve ondan çok etkilendi. Mazhar’ın gözünde ruhun ve vücudun birbirini nasıl etkilediğini göstermeyi başaran adamdı Kreplin.



1911’de ülkeye döndü ve Gülhane Askeri Hastanesi Akıl Hastalıkları Kliniğinde görev aldı. 1912’de Askeri Hekim olarak Balkan Harbine, Gezici Hastane Başhekimi olarak Lüleburgaz Çatalca Cephelerinde mücadele verdi. Bir durulma döneminden sonra serbest doktorluğa ara vererek tekrar Berlin’e gidip Charitee Kliniğinde çalıştı bu vizyon ve misyonunu büyük ölçüde etkileyecekti. İstanbul’a döndüğünde Süleyman Numan Paşa Gülhane’den Akliye dersini kaldırınca Mazhar Gülhane’de hasta bulamadı kendine bir yol bir düzlük aramaya başladı. 1914’te Gülhane’den ve Askeriyeden istifa ederek Haseki Hastanesi Başhekimi oldu, ardından 1. Dünya Savaşı patlak verdi. Binbaşı rütbesiyle Haydarpaşa Askeri Hastanesinde başhekim oldu. Bu hastanede zamanın en ünlü şairlerinden Tevfik Fikret’le tanıştı ve bununla beraber Abdülhak Hamit Tarhan, Cenap Şahabettin Hüseyin Rahmi Gürpınar, Neyzen Tevfik gibi isimleri tedavi etti. Hatta Mazhar Osman, Neyzen Tevfik için: “İyi beslensin, bol sıvı alsın ve istediği kadar ney üflesin.” dedi. Asistanlar, hastaların rahatsız olduğunu söyleyince Mazhar’ın cevabı: “Müzikten kimseye zarar gelmez.” oldu. Mazhar Osman ve Neyzen Tevfik’in fıkralara konu olacak sohbetleri olduğu söylenmektedir. Tam da bu zamanlarda Mazhar tanınmaya başlıyor hatta halkın lügatında : “Bak bu tam Mazhar Osman’lık olmuş.“ gibi deyimler kullanılmaya başlanıyordu. Mazhar Osman’ın zamanın ünlü şairleriyle olduğu gibi Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’le de hoş bir sohbeti oldu.


Bir gün Atatürk Mazhar Osman’a sordu:

“Osman Bey bu delilik nasıl bir şey?”

Mazhar Osman:

”Gazipaşam az da olsa herkeste bir parça vardır.”

Atatürk:

“Ne demek istiyorsun, bende de mi var?”

Sözünü Esirgemeyen Mahzar Osman:

“Ohoo sizde herkesten bin beteri var. İçeride ve dışarıda 4 iklim 7 cihana kafa tutmak akıllı adamın yapacağı iş mi?” der.

Atatürk bu söze dakikalarca güler.


Zaman acımasızca akmaya devam ediyordu ama Mazhar asla pes etmiyor, çalışmaya devam ediyordu. 1 Mayıs 1919’da İstanbul Seririyatı Mecmuasını çıkarmaya başladı. 5 Mart 1920’de Yeşilay Cemiyetini kurdu. Daha sonra dönemin cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, başbakanı İsmet İnönü ve Refik Saydam onayı ile Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesini kurdu. Onun için macera yeni başlıyordu.


1920’de Mazhar Üsküdar’daki Toptaşı Bimarhanesinin başhekimliğine getirildiğinde çıplak, bakımsız, açlıktan bir deri bir kemik kalmış, bakımsız hastalarla dolu perişan bir şekilde bulmuştu, çöken bir imparatorluğun altında elinden geldiğince kuruma çeki düzen vermeye çalıştı, sabretti ve nihayetinde 1924’te Kurtuluş Savaşı kazanılmış ve yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Mazhar için fırsat tam da bu fırsattı, Toptaşı Hastanesindeki hastalar nereye taşınabilir sorusuna yanıt da tam da bu dönemde geldi.


Hükümetçe tahsis edilen yer 1. Dünya Savaşından önce Bakırköy’de yaptırılan Reşadiye Kışlalarıydı. Mütarekede Fransız işgal ordusunca kullanılmış, daha sonrasında geniş bir arazi içinde kaderine terk edilmişti. Bazı odalarını Bakırköy ahalisi tarafından ağır olarak kullanılan kışlayı hastaneye dönüştürmek pek akıllı işi değildi.

15 Kasım 1924’te Cumhuriyet gazetesinde verdiği bir demeçte Mazhar Osman kararını kamuoyuyla paylaştı.


Mazhar Osman hemen asistanı Fahrettin Kerim Gökay’a taşınma emrini verdi. Doktor Fahrettin Kerim ilk önce 3 hasta bakıcı ve 25 hastadan oluşan ilk grubu Reşadiye kışlasına ulaştırdı. Taşınma sürerken arazinin haritası çıkartıldı. 600 kapasiteli bir proje hazırlandı, bu projenin maliyeti 600 bin liraydı, oysa Kurtuluş Savaşından yeni çıkılmış ülkenin kasası boşalmıştı yeni kurulan hükümet akıl hastalarını düşünecek durumda da değildi.


Taşındıkları bu yerde ne bir yerleşim ne su ne elektrik ne kanalizasyon sistemi vardı. Hepsi tek tek yapıldı ve 3 yıl süren taşınma 1927’de tamamlandı. Artık Bakırköy Hastanesi, Psikiyatri-Nöroloji bilim dallarında Türkiye’ye öncü hastane olmaya hazırdı.


İstanbul Üniversitesinin Psikiyatri kürsüsü Bakırköy’e taşındı ve bu kürsünün başına hastanenin kurucusu Mazhar Osman geçerken Nöroloji kürsüsünün başında Prof. Dr. Hayrullah Diker geçmişti. Mazhar Osman’ın derslerinde amfinin yarısı öğrenciyse diğer yarısı ise yaşlı, tedavi arayan insanlarla dolu olurdu çoğu zaman öğrenciler bu durumdan rahatsız olsada bu durum hiç değişmezdi. Bir de derste o gün hangi rahatsızlığı anlatacaksa o rahatsızlığa sahip hastayı getirirdi.


Mazhar Osman 1941’te başhekimlikten istifa etmişti ancak ne hastaneden ne de mesleğinden kopamamıştı. 1951’deki vefatına dek kürsüde ki hocalık görevini sürdürdü.


Mazhar Osman 31 Ağustos 1951 tarihinde şeker hastalığı ve nefes darlığı yüzünden 67 yaşında İstanbul’da hayata gözlerini yumdu.



Ölümünden bir kaç saat evvel İstanbul valisi Dr. Fahreddin Kerim ile gülerek görüşmüş olan rahmetli, sonradan asistanlarından Mişel’i çağırtmış ve kendisine kitap okutmaya başlatmıştır. Bu sırada da Mazhar Osman odanın içinde bir aşağı bir yukarı gezinmektedir. Gece yarısına tam yirmi dakika kala Mazhar Osman birdenbire yere düşmüş son nefeslerini vermeye başlamıştır. Kendisini son zamanlar evinde ziyaret etmiş olanlar üstadın eroin hakkında enteresan bir etüt hazırladığını fakat hastalığından bunu tamamlayamadığını dile getirdiler.

Zincirlikuyu Mezarlığına defnedildi. Bizlere ve gelecek nesillere birçok eser bıraktı;

Akıl Hastalıkları

Sıhhat Almanakı

Keyf Veren Zehirler

Psikiyatri…

bunlardan bazılarıdır.


Oğlu Azmi Umut Uzman’a son sözleriyle bitirelim: “Oğlum! Belki seni bir daha göremeyeceğim, hayatta çok çalıştım, muvaffak oldum. Mevki ve şöhrete nail oldum. Şu anda bunların aciz kıymetler olduğunu öğreniyorum. Hayatta ne olursan ol parayı hakir gör, şöhretten iğren fakat dik yürü her zaman dik yürü ve iyi bir insan ol.”


Mazhar Osman’ın ömrü yetmesede arkasında bizlere bıraktığı Bakırköy Hastanesi sanat konusunda da ilklere imzasını attı ve gözleri yine üstüne çekmeyi başardı. Dünyanın en çok bilinen heykellerinden birisinin yakından bizimle olan hikayesine bakacağız. Auguste Rodin kariyerinde aldığı ilk büyük siparişte İtalyan şair Dante’nin İlahi Komedya’dan esinlenerek Cehennemin Kapıları adlı eserini yapmaya başlar. Ortaya çıkan eserde kapının iki yanına Adem ve Havva’yı yerleştirirken üst taraftaki kısıma da Dante’nin kendisini tasvir eder. Zamanla heykelin bu üst kısmı eserin önüne geçer ve düşünen adam olarak daha fazla tanınmaya başlar ve pek çok ülkede meydanlara, müzelere, üniversitelere kopyası dikilir. Eserin bizim ülkemize girişi ise akıl hastanesi olmuştur. Dünyanın hiçbir yerinde akıl ve ruh hastalığıyla, düşünmek hiçbir zaman bu kadar yan yana getirilmemiş, özdeşmemiştir. Hastanenin tarihi ile ilgili çalışmalarda bulunan Dr. Şahap Erkoç’a göre heykelin buraya dikilme hikayesi şöyle: Dr. Fahri Celal Göktulga’nın başhekimliği döneminde (1945-1960), düşünen adam heykelini dergide görmesiyle hastanenin bahçesine çok yakışacağını düşünür ve yaptırmak için harekete geçer, heykeltıraşı da bulmuştur.



Heykelin yapımına Kemal Künmat tarafından 1951 yılında başlanır. Kendisi Rodin hayranı bir heykeltıraştır ve rahatsızlığı nedeniyle bir süre hastanede yatmaktadır. Künmat’tan rica eder ve yapımına başlanır. Heykelin bitmesine çok az kalmıştır ve Künmat emeğinin karşılığını ister ama bu meblağ o zamanın şartlarının çok çok üstündedir ve karşılanamaz. Bu duruma sinirlenen Künmat heykelini yarım bırakıp taburcu olur ve tarihe geçecek olan o heykel 6 ay boyunca sağ ve sol kolu yapılmadan öylece kalakalır. Ve bu iş için eli yatkın bir hasta aranmaktadır. Uzun bir aradan sonra depresyon tedavisi için gönderilen bir subay, resim ve heykelle hobi olarak ilgilendiğini söyler. Bu subayın adı Mehmet Pişdar’dır. Heykeli tamamlamak için kolları sıvar ve 41 gün sonrasında heykel tamamlanır. Heykel bittikten sonra gazeteciler başhekim Göktulga’ya bu heykelin akıl hastanesinde bulunmasının neyi ifade ettiğini sorar ve Göktulga yarı şaka yarı ciddi gülümseyerek: “Hastene dışındakilerin durumu, içerdekilerden daha kötü bu heykel onların durumunun ne olacağını düşünüyor.” der.

100 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page